DR. ASLIHAN ECE PAKÖZ: “ESKİ EVLER TARİHİ BELGELERDİR”

 

Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Bölümünde doktor öğretim üyesi olarak akademik çalışmalarına devam eden Aslıhan Ece Paköz’ün yüksek lisans tezi Kahramanmaraş’ın geleneksel ev mimarisine dairdir. Mimarlık tarihi, koruma restorasyon, kent araştırmaları vb. Dr. Aslıhan Ece Paköz’ün diğer çalışma alanlarındandır.

 

Kahramanmaraş’ta bulunan geleneksel evlerin, en eskisi ne zaman yapılmıştır? Mesela Dulkadiroğlu Beyliğinden kalma bir ev var mıdır?

 

19. yüzyılda Kahramanmaraş'taki evlerin çoğunun kerpiçten inşa edildiğini, 19. yüzyıl sonunda taş ve ahşaptan yapılmış kâgir evler inşa edilmeye başlandığını çeşitli kaynaklardan biliyoruz. Bu sebeple günümüzde Kahramanmaraş'ta bulunan geleneksel evlerin, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında yapılmış olduğunu söyleyebiliriz.

 

Dulkadiroğlu Beyliği döneminden kalan ve anıtsal mimari kapsamında ele alınan cami, han ya da çarşı gibi yapılar taş malzeme ile inşa edildiğinden daha dayanıklılar. Buna rağmen bugüne kadar birçok kez onarım geçirerek günümüze kadar gelebilmişler. Sivil mimari olarak adlandırılan ve halkın kendi imkânlarıyla inşa edilen evlerin ise, 19. yüzyılda bile büyük çoğunluğunun toprak damlı kerpiç evler olduğu düşünülürse, Dulkadiroğlu Beyliği döneminden bugüne ulaşan bir ev olabileceğini söylemek pek mümkün görünmüyor.

 

Maraş evlerinin karakteristik özellikleri nelerdir? Bu özellikler hangi sebeplere dayanmaktadır? Coğrafi, toplumsal, ekonomik…

 

Maraş evlerinin karakteristik özelliklerini sıralamadan önce, her evin özellikle detaylarda birbirinden farklı özelliklere sahip olduğunu belirtmek ve yapılan her genelleme ile bu çeşitliliğin indirgendiğini akılda tutmak gerekir. Bu bakış açısıyla Maraş evlerinin karakteristik özellikleri farklı şekillerde sınıflandırılabilir. Yaygın olarak yapıldığı şekilde sıralamak gerekirse evlerin çoğu iki ya da üç katlı, alt kat taş malzeme ile üst kat/lar ise genellikle ahşap malzemedendir. Döşemeler, merdivenler ahşap, çatı, ahşap taşıyıcı sistem üzerine kiremit ya da sac örtülüdür. Topografyanın eğimine uygun olarak genellikle evler güneye yönlenir. Evler genellikle dış sofalıdır. Evlerin çoğu bahçe içinde konumlanır, bu sebeple eve bahçe içinden geçilerek ulaşılır. Bahçe kapıları “enikli kapı” denilen iç içe geçmiş çift kapıdan oluşur. Bahçede ya da ilk katta dış sofada küçük bir havuz bulunur. Bu sıralananlara daha birçok özellik eklenebilir. Evlerin sahip olduğu tüm özellikler; iklim, topografya, sosyo-kültürel özellikler, ekonomi gibi fiziksel ve sosyal bileşenlerin oluşturduğu toplumsallığın sonucu olarak düşünülebilir.

 

Dedeoğlu, Kocabaş, Çiftarslan, Arifi Paşa, Müftü Rafet Efendi gibi konakları karşılaştırdığınızda, bunlar arasındaki ortak özelliklerden söz eder misin?

 

Bu evlerin ortak özellikleri bulunabilir ancak az önceki soruda dikkat çekmeye çalıştığım gibi aslında her ev kendine özgü farklı özelliklere sahip. Ayrıca evlerin mimari öğeleri arasında ortak özellikler bulunduğu gibi evlerin tarihsel özellikleriyle de yeni bağlantılar kurulabilir. Örneğin araştırmalarımın birinde Çiftarslan Evi ile Kocabaş Evi’nin aynı tarihte aynı usta tarafından yapıldığı bilgisine ulaştım.

 

Alaiddin Çiftarslan’ın verdiği bilgiye göre her iki ev de 1928 yılında Nacar (Marangoz) Mehmet Ustaya yaptırılmış. Bu yeni bağlantıların kurulabilmesi için evlerin sahipleriyle ya da bu evlerde yaşayan kişilerle yapılacak sözlü tarih çalışmalarına ve tarihsel bilgilerin çoğaltılmasına ihtiyaç var.

 

Ev mimarisinin toplum hayatını yansıtan yönleri var mıdır? Birkaç örnekle açıklar mısınız?

 

Yaşanılan dönem, evin bulunduğu yer, evin içinde yaşayan ailenin sosyo-kültürel özellikleri düşünüldüğünde her ev toplumsal hayattan farklı izler taşıyabilir. Bu anlamda evlerin, toplum hayatını yansıtmayan yönü yoktur sanırım. Evdeki bir odada kaç kişi ya da kaç aile birlikte yaşadığı, yemeğin nerede nasıl hazırlandığı, temizliğin nasıl yapıldığı gibi sayısız toplumsal pratik mekânda şekillenir ve mekânı şekillendirir. Örneğin, yemeği yer sofrasında yemekle masada yemek farklı toplumsallıklara işaret eder ya da sıcak su elde etmek için suyu ocakta ısıtmakla, musluğu açınca sıcak suyun gelmesi farklı toplumsallıklara ve dolayısıyla farklı mekân gereksinimlerine işaret eder. Maraş evlerinde de bu farklı toplumsal durumların mekânlardaki izleri görülebilir.

 

Geleneksel Maraş ev ve konaklarında kullanılan mimari özellikler, ilerleyen yıllarda geliştirildi mi? Yoksa bu mimari tarz terk mi edildi?

 

Geleneksel Maraş evlerini oluşturan tüm bileşenler bu evlerin inşa edildiği dönemin olanakları ile yapılmıştı. Bugün hem bu olanaklar arttı hem de yaşadığımız toplumun ihtiyaçları değişti. Bu da her şeyi olduğu gibi konut yapılarını da değiştirdi. Bugün geçmişten tamamen farklı yapılarda yaşansa da bu yapılarda geçmişteki bazı alışkanlıkların günümüze uzanımları olduğu söylenebilir. Mesela Maraş evlerinde kışlık zahirenin yapılması ve saklanması için gerekli alanlar vardı. Tarhana, sucuk, pekmez gibi ürünlerin bugünün konutlarında yapılması ise mümkün değil ama bunları depolama alışkanlığı devam ediyor. Apartman dairelerinde mutfakla bağlantılı kiler veya mutfak balkonunda kiler dolabı olması tercih ediliyor ya da evin herhangi bir yerinde depolama ihtiyacı için küçük de olsa bir oda yapılıyor. Benzer şekilde salça ya da kurutmalık gibi kısmen küçük alanlarda yapılabilecek ürünler için güneş gören geniş bir balkon olan dairelerin tercih edilmesi de bu kapsamda değerlendirilebilir. Zahirenin, Maraş’ta yaygın olan bağ evlerinde daha rahat yapılabilmesi sebebiyle bağ evleriyle geleneksel Maraş evleri arasında daha çok bağlantı kurulabilir.

 

Günümüze kadar ayakta kalan, eski ev ve konaklar, nasıl gelecek kuşaklara aktarılır? Aktarmak gerekir mi ayrıca? Fikir ve önerileriniz nelerdir?

 

Geçmişiyle barışık toplumlar, sahip oldukları tarihsel belgeleri korumaya çalışırlar. Eski evler de tarihsel belgelerdir ve bugün bildiklerimiz dışında, henüz yorumlayamadığımız birçok bilgiyi de barındırma potansiyeli taşırlar. Tabii tüm yapıları korumak çok kolay değil, ayrıca korumak için öncelikle toplumsal olarak bu yapıları korumak gerektiğini düşünmek gerekiyor. Başka bir deyişle bu sadece sorumlu olarak atfedilen uzmanların ya da yerel yönetimlerin yapabileceği bir şey değil. Şu an toplumda böyle bir sorumluluk bilinci oluşmuş görünmüyor ama yine de eskisinden daha çok kişinin koruma konusunda farkındalığa sahip olduğu söylenebilir. Korumanın teknik boyutunun ayrı bir tartışma konusu olduğu da bilinen bir gerçek. Yapıların korunup, yaşatılması tabii çok olumlu ancak yapılan birçok restorasyon çalışmasında, 100 yıllık evlerde bile yapı detayları, yapı malzemeleri korunamıyor. Restorasyon uygulamalarında eğer imkân varsa yani mimari öğe sağlamsa ya da işlevini devam ettirebiliyorsa yapının özgün detaylarının değiştirilmemesi beklenir. Taşının, ahşap dikmesinin, sıvasının, pencere-kapı doğramalarının, camlarının, zemin kaplamalarının, lavabosunun, musluğunun, akla gelen tüm ayrıntıların eğer imkân varsa özgün hâlinde korunması gerekir. Bunlar yenilendiğinde, yapıda geçmişten bir iz neredeyse kalmadığında yapının artık bir kopyaya dönüştüğü söylenebilir. Bu yapılar hem belge değerini yitiriyor hem de onlarla bağ kurmak güçleşiyor.

 

Söyleşi: Ömer Yalçınova

 

Evelâhir Sayı - 6